Örnek toplum: Endülüs’ün içtimai hayatının özeti
- Müverrih
- 24 Tem 2019
- 7 dakikada okunur

700’lü Yıllardan itibaren batıya doğru şiddetlenen Emevi akınlarında birlikte tüm Kuzey Afrika ve bugünkü İspanya topraklarının tamamı fethedilmişti. Hatta o kadar hızlı ve güçlüydü ki akınlar, Güney Fransa bile fethedilmiş, Paris’e doğru yaklaşılıyordu. En son bu aşırı genişleme bir yerde patlak verdi ve Müslümanlar 732 yılında Puvatya savaşında Franklara karşı yenildi. Böylelikle İslam’ın Avrupa’da ilerleyişi son bulup, 1492 yılında Gırnata’nın düşüşüne dek gerileme devam etti. Endülüslü hükümdarlar toprak fethetmektense iç isyanlarla uğraştı ve bilşm, sanatla meşgul oldu.
Tabi, bu 700 yılı aşkın devirde yerel halk ile Müslümanlar kaynaşıp muazzam bir kültür meydana getirdi. İspanya’nın İslam’dan önceki yerli halkı, İslam geldikten sonra zaman içinde İslamlaşma ve Araplaşma süreci yaşamıştır. Literatürde hem Araplaşan hem de İslamlaşan kesime Musallime, sonraki nesline ise Müvelledler denmiştir. Araplaşmasına rağmen Hristiyanlık dininde kalan kesime ise Mustaribler denmiştir. Müvelledler 9.
Ve 10. Yüzyıl boyunca Müslüman nüfusun çoğunluğunu teşkil ediyordu. Araplaşmalarına rağmen etnik kimliklerini de büyük ölçüde muhafa etmişlerdir. Endülüs’ün en güçlü olduğu dönemlerde yani 10. Yüzyılda halkın yarısından fazlasını Müslümanlar oluşturuyordu. Yani karma bir din nüfusuna sahipti. Bir bölgede dini anlamda çeşitlilik varsa hoşgörü de doğru oranda artar. Bazı olay ve olgular normalleşir. Farklı olan sürekli müşahede edildiği için tolerans artar. Mukayese yapabilir hale gelinebildiği için fikir alışverişi meydana gelir.
Mustariblerin farklı dinden olmasına rağmen can ve mal emniyetleri, din ve ibadet, çalışma ve seyahat özgürlükleri garanti altına alınmıştır. Ayrıca haklarını yerine getirebilmesi için kendilerine has idari, hukuki ve dini yapı ve kurumları muhafaza etme hakkına sahiptiler. Tüm bunların karşısında verecekleri yalnızca yıllık cizye vergisiydi. Oysa Hristiyanlar buraları işgal edince hiçbir Müslümana bu özgürlükler tanınmadı ve zorla Hristiyan yapıldılar. Bu mesele hakkında Fransız bilim adamı H. Peres şöyle demiştir:

“...Bu birlikte yaşama tarzı, Endülüs Müslümanları’nın Hristiyan halka olan toleranslı yaklaşımını, daha iyi anlamamıza yardımcı olmaktadır. Gerçekten hiç bir mağlup halk, antlaşmalarla sağlanan hakların ve zımmi hukukunun tatbiki konusunda İspanyollar (Mustaribler) kadar şanslı olmamıştır. Devletin her kademesinde bu halktan insanlar vardır. Kimileri valide sultan olarak halifelerin saraylarında, kimileri Mevali statüsünde, kimileri maaşlı askerler olarak orduda, kimileri de general olarak ordunun en üst kademelerinde...”
Hristiyanların devletin üst kademelerinde çalışmalarına binaen pek çok belge mevcuttur. Adalet konusunda da herhangi bir ayrımcılık mevcut değildi. Fakih İbn Rüşd, bir Müslümanla bir Hristiyan arasındaki bir davada Müslüman lehine verilen hükmü, daha sonra delillerin Hristiyanı haklı göstermesi üzerine iptal etmiş ve Hristiyan lehine karar vermiştir. Ayrıca eldeki malumatlar, Hristiyanların içki içmekten ve domuz eti yemekten men edilmediklerini de göstermektedir.
Endülüs zihniyeti, kadına bakış açışısı, sanata yaklaşımı, ilime verdiği hassasiyet, üretimde başarıları, hoşgörüsü ile diğer muasır İslami toplumlardan ayrılır.
Müslüman kadın ve kadın-erkek ilişkileri başlıklarında buraya yazılanlara yeniden değinilecektir.
A-) Kadına bakış açısı

Endülüs toplumunda ayrıcalıklı bir yeri olan kadınlar geniş özgürlüklere sahipti. Sosyal hayata aktif bir şekilde katılıyorlar, erkeklerle karışıp onlarla aynı meclisleri paylaşıyorlardı. Zengin ailelere mensup kadınlar haftada iki veya 3 kez kadınlar hamamına giderlerdir. Burada hem temizlenirler hem de sohbet ederlerdi. Orta ve dar gelirli ailelerde hanımlar çeşitli el işleri ile aile bütçesine katkı sağlıyordu. Köylerde tarla, bağ ve bahçede kadınlarla erkekler hep beraber iş görürlerdi. Sarayda da durum farksızdı. III. Hişam’ın kızı Vellade çok iyi bir şairdi. Şairlerle bir araya gelir, onlarla edebi sohbetlerde bulunurdu. Karşı cinse aşık olunca bu kolayca şiirlerle dile getirilebiliyordu. Ve bu meselede Vellade tek örnek değildir. Ümmü’l Kiram, Hafsa el-Vadi’l hicariyye, Hafs er-Rakuniyye şeklinde liste uzamaya müsattir. Endülüs toplumunda kadının diğer İslami topluluklarla mukayese edilmesi hususunda Shack şu değerlendirmeyi yapar:
“İspanya’da kadın diğer Müslüman toplumlarda olduğundan daha özgürdü. Kadınlar dönemlerinin bütün kültürel ve entelektüel etkinliklerine katılabilmekteydiler. İlmi ve çalışmalarıyla ya da şiir alanında erkeklerle rekabet etmek suretiyle meşhur olanların sayısı az değildi”
Henri Peres ise şöyle demektedir:
“Endülüs kadını, İslam idarelerinin diğer Müslümanlarda bize gösterdiği gibi tutsak değildi”
Benzer görüşler daha bir çok ilim insanı tarafından dile getirilmiştir. Endülüslü Büyük filozof İbn Rüşd’e göre kadınlarla erkekler arasında tür itibariyle eşitlik, derece itibariyle farklılık vardır. Yalnız bu durum onun nazarında bir çok işte erkeklerin kadınlardan daha yetenekli oldukları anlamına gelmez. Misal kadınlar musiki sanatını icra etme konusunda son derece yetkindirler. Bu nedenle “besteyi erkekler yapıp kadınlar icra ederse şarkı tamam olur” denmiştir. Kadınlar ile erkekler aynı tabiata sahiptirler; kentte güç yetiremedikleri işler hariç erkeklerle aynı meslekleri icra edebilirler. Hatta bazı mesleklerde (terzilik, dokumacılık) kadınlar daha üstündür.
Nitekim kaynaklarda kırsal kesimde yetiştirdiği ürünleri şehre giderek satan ve bu suretle ailesinin geçimini sağlayan kadınların varlığını ortaya koran veriler mevcuttur.
Endülüste Malikilik hakim olduğu için peçe takılması bazı kesimler tarafından zorunlu görülüyordu. Buna rağmen kadınların giyimleri erkeklerle aynı ismi taşıyıp şekil bakımından benzemekteydi. İbn Abdurrauf’un risalesine göre yabancı erkekler arasında peçesini kaldırıp dolaşan kadınlar mevcuttu.Hatta mesela Gırnata’lı kadınların, Sultan 1. Yusuf için düzenlenen karşılama merasimini, peçesiz ve erkeklerle bir arada seyrettikleri kaynaklarda geçmektedir.
“Şehir sokakları, bayram günü sabahtan akşama kadar büyük bir canlılığa sahne olurdu. Bayram namazı sonrasında, kadınlı erkekli sokağa dökülen halk, birbirine limon, portakal ve gül fırlatma suretiyle şakalaşır; müzik eşliğinde şarkılar söylenir, dans edilir ve mutluluk çığlıkları atılırdı.”
Endülüs’ten yola çıkıp Mekke’ye hac etmeye ve orada kalıp ilimle meşgul olan kadınlar bile vardı. Saray göreblilerinden Lebib’in hanımı ve Süleyman b. Esbağ’un kızı Ümmü’l Hasan örnek gösterebilir. Ümmü’l Hasan iki kez hac etmiştir ve ilimle meşgul olarak orada ölmüştür.
B-) Sanata bakış açısı

Endülüs insanı, her alanda olduğu gibi sanatın farklı dallarında da inanılmaz gelişmişti. Mimari ve edebiyat diğer İslam coğrafyalarında olduğu gibi kusursuz biçimde canlılık gösteriyordu. Onun dışında Endülüs toplumu resime ve heykele büyük ehemmiyet gösteriyordu. Heykellere yönelik bir çok belge elimizde olduğu gibi, bugün elimize ulaşan canlı bir örneği dahi vardır. Gırnata’daki El Hamra Sarayında Aslanlı Avlu bugün hala ayaktadır ve Endülüs heykelciliğinde önemli bir yer tutmaktadır. Kurtuba ve Tuleytula şehri heykellerinin çokluğu ile ünlüydü.
Bugün günümüze harabe şeklinde gelen o fevkalade saray Medünettüzzehra’da bir çok heykel mevcuttu. (Sarayın ismi Zehra isimli kadından geldiğine dair rivayetler mevcuttur. Buna göre sarayı yaptıran büyük sultan 3. Abdurrahman çok sevdiği eşi Zehra’nın ismini saraya vermiştir) Havuz ve çeşmelerde fıskiye ve lüle olarak hizmet gören heykeller tunçtan yapılıp altınla kaplanmıştı. Bu sarayda sayısız farklı hayvanın tasviri mevcuttu. Yine sarayın küçük havuz çanağının üzerinde kabartma halinde insan figürleri de yer almaktaydı. Hatta ve hatta sarayın giriş kapısının üzerinde bir kadın heykelinin bulunduğu kaynaklarda geçmektedir. Aynı şekilde Kurtuba’nın kıbleye bakan kapısının üzerinde bir kadın heykeli vardı. Onun dışında başka bir kadın heykeli Beccane’yi çevreleyen surlardan açılan kapılardan birinin üzerinde mevcuttu. Romalılar Dönemi’nden kalma bir kadın heykeli İşbiliye’deki bir hamama terleştirilmişti.
Resim alanında da oldukça gelişilmişti. Buna yineçok şükür ki günümüze ulaşan El Hamra’daki Elçiler Salonu’nun tavanındaki insan figürleri örnek gösterilebilir. Resim sanatında da gelişildiğine dair bir çok vesika mevcuttur.
C-) İlime bakış açısı

Buna binaen pek bir şey yazmaya lüzum dahi yoktur. Zira zaten Endülüs’ü Endülüs yapan pozitif bilimlere, felsefeye ve ilahiyat ilimlerine verdiği önemdir. Endülüs adeta bir kitap deryasıydı. Toplumun her kesimi kadın-erkek farketmeksizin ilimle meşgul olabiliyordu. Okuma-yazma oranı Avrupa devletleriyle kıyaslanmayacak kadar mükemmel derecede yüksekti. Kütüphanelerde mevcut olan kitapların adeti yüzbinlerle, milyonlarla ifade ediliyordu. Sadece halk değil, sultanlar da ilimle meşgul oluyordu. Buna misal olarak II. Hakem verilebilir.
3. Abdurrahman'ın oğlu 2. Hakem, “Bilge Halife” olarak isimlendiriliyordu. Endülüs İslam Medeniyeti, onun döneminde ilmi olarak doruk noktasına ulaştı. Kaynaklara göre II. Hakem’in oluşturduğu saray kütüphanesi Medinetüzzehra'da 400.000 cilt kadar kitap bulunuyordu. (Bilgin lakaplı 5. Karl anca 1000 kadar kitapla övünebildi) Bu sayı ile İslam medeniyetinin 3 büyük kütüphanesinden biri haline gelmişti. Bu kütüphane, bulunduğu yer dar geldiği için taşınması gerektiğinde yeni yapılan bir binaya altı ay gibi bir süre zarfında ancak taşınabilmiştir. Özellikle cebir, geometri, astronomi ve tıp gibi ilimlerin büyük gelişme gösterdiği Kurtuba Medresesi’ni devrin en meşhur ilim merkezi haline getirmiştir.
II. Hakem çocuk yaşta veliaht tayin edilmiş olmasına rağmen babası III. Abdurrahman’ın uzun süre hayatta kalması sebebiyle çok geç yaşta halife olabilmiştir. Geçen bu uzun sürenin onun ilimle daha fazla meşgul olmasını sağladı. İbnü’l-Ebbar’ın bildirdiğine göre o, kütüphanesinde bulunan kitapların neredeyse tamamını okumuş ve incelemiştir. Okuduğu her kitaba kendi el yazısıyla şerhler düşerdi.
O Müslüman olsun olmasın bütün ilim-bilim adamlarını toplayıp himaye ediyordu. Destek verip ilme teşvik ediyordu. II. Hakem döneminde inanılmaz miktarda ilim insanı yetişmiştir ve erkekler kadar kadınların da ilimle meşgul oldukları bir dönem olmuştur. Hakem’in eğitim-ögretim faaliyetlerinin toplumda yaygınlık kazanabilmesi adına gerçekleştirdiği en önemli icraat, fakir ve yetim çocukların ücretsiz eğitim alabilecekleri kurumlar açmasıydı.
Kendisine kültürsüz denilmesin diye evinin bir köşesini kitapla dolduran adamın hikayesi İbn Said El Mağribi’ni şöyle anlatır:
“Ben, bir süre Kurtuba’da ikamet ettim. Bu esnada çok aradığım bir kitabın nüshasını bulabilirim umuduyla sık sık kitap çarşısına gidiyordum. Nihayet yazısı güzel ve cildi mükemmel bir nüshaya rastladım. Neşe ve sevinç içinde, açık arttırma ile satışa sunulmuş bu kitaın fiyatını arttırmaya başladım. Ancak diğer bir müşterinin ısrarlı artırışları sonucu kitabın fiyatı, normalin çok üzerine çıktı. Bunun üzerine açık arttırmayı tellala dönerek, kitabın fiyatının bu derece artmasına sebep olan müşteriyi bana göstermesini söyledim. Beni, güzel ve temiz giyimli bir şahsın yanına götürdü. Ona yaklaşarak dedim ki: “Allah beyimizi derin anlayışlı bir fakih kılsıné Şayet bu kitabı elde etmek için özel bir gayen varsa ben vazgeçeyim, zira açık artırmada ulaşılan fiyat, kitabın asıl değerinin çok üzerine çıktı” Bunun üzerine bana şöyle cevap verdi: “Ben fakih değilim, daha çok kendimi oturduğum şehrin ileri gelenleri arasında sayılıp itibar edilen ve ilimden anlayan bir kimse olarak gösterebilmek için evimde bir kitaplık tesis ettim ve bunun çoğunu da doldurdum. İşte kitaplıkta azıcık bir boşluk kaldı. Bu kitabın kalınlığı tam da orasını dolduracak ölçüde... Üstelik kitabın cildi de çok hoşuma gittiği için, fiyatının nereye vardığını doğrusu pek hesaplamadım. Allah’a şükürler olsun, elinde geniş imkanlar bulunan bir kimseyim...”
Endülüs kütüphanelerindeki kitapların bir kısmı, iç karışıklıklar esnasında yağmalanıp satılmıştır. Arta kalanlar ise Hristiyan işgali esnasında ve sonrasında papazlar tarafından yok edildi. Gırnata’da binlerce kitap, kardinal Jimenez’in emriyle şehir meydanında yakıldı. Benzer olaylar, diğer şehirlerde de tekrarlandı. Kitaplara yönelik tahribat o kadar fazla idi ki, İspanya Kralı 2. Filip Endülüslüler’den kalma yazma eserleri bir araya getirmek istediğinde, topladığı sayısı, 2500’le ısnırlı kalmıştı.
Endülüslü bilim insanları Dünya çapında ün kazanmıştır ve sayıları inanılmaz miktarlardadır. Tüm bu yönleriyle Endülüs medeniyeti diğer toplumları derinden etkilemiştir ve sonraki gelen Müslümanlar için gerçekleştirdikleri sosyal yaşam ve medeniyet ile övünç kaynağı haline gelmiştir. 1000 Yıl önce yaşamış ve son bulmuş bu toplumdan alınacak çok öğüt mevcuttur.
- Mehmet Çetin
Comments