top of page

Atsız'ın Kemalist Rejimden Çektiği Sıkıntılar

  • Yazarın fotoğrafı: Müverrih
    Müverrih
  • 24 Tem 2019
  • 11 dakikada okunur



Büyük harpten çok yorgun ve bitik bir hâlde çıkan Türkiye Mondros mütarekesiyle kanlı ve şerefli bir maziyi karanlık ve zelil bir devre bağladı, Türkün bükülmez kollarına kahpece zincirler vuruldu. İstanbul’un mahut ve menfur bir zümresi, başta Sultan olmak üzere bu masum ve yorgun millet için en hatıra gelmez hainlikler hazırladılar. İstanbul, Adana, Edirne ve İzmir gibi Türkün en can alıcı mafsalları tüyler ürpertecek birer vahşetle alındı.

Evvela Erzurum’da, sonra Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa etrafında toplanan “Türk” savaş tarihlerinin göstermediği bir yararlılıkla vurulan zincirleri kırdı, kendi varlığını dünyaya tanıttı. Sultanı ve adamlarını koğarak memlekette cumhuriyet ilan etti. Çok az bir zamanda içtimaî ve siyasi yenilikler yaparak mazinin köhne ve sakat müesseselerini yıktı.


-Nihal Atsız

 

Ancak 1932 yılından sonra işler kötüye gitmiştir. Aynı dönemde Atsız, yapılan yanlışlıklar karşısında da sessiz kalmamakta, bazı kurumların veya kendilerini inkılapların savunucusu gibi gören bazı kimselerin yanlış uygulama ve düşüncelerini eleştirmekte, Atatürk’ün çevresindeki riya ve dalkavukluğa karşı da şiddetli yazılar yazmaktadır.Kendisi de bu yıldan sonra Kemalist rejimden büyük sıkıntı çekecektir.

Ankara’da 1932 yılı Temmuzunda “Birinci Türk Tarih Kongresi” düzenlenir Kongreye Zeki Velidi ile Fuat Bey de davet edilir.Kemalist rejim ile sıkıntısı buradan başlar.Reşit Galip’de bu kongrede vardır önceden Zeki Velidî Togan ile sıkıntısı olmuştur o detaylara girmek istemiyorum hiç yazıdan sapmamak için.Zeki Velidî Hoca’yı bilimselliğin dışında edepsiz,aşağılayıcı bir dille “cahil” olmak ile suçlar ve "İyi ki senin taleben olmamışım" demiştir.Sonradan Zeki Velidî Hoca cahil olmadığını kanıtlamak için Avusturya’da Üniversiteye gidecektir.Atsız Beğ’de ileride eşi olacak Bedriye Hanım ile (sınıf arkadaşı) Petrev Naili Boratav’ın da dahil olduğu sekiz arkadaşı ile birlikte Reşid Galib’e “Biz ise Zeki Velidî’nin talelebesi olmakla iftihar ederiz” diye bir telgraf çeker ve bu telgraf ile dikkatleri üzerine çeker.Kongredekilerin değimiyle bomba gibi patlar.

Bir süre sonra, 19 Eylül 1932’de Reşid Galip,Eğitim Bakanı olur.Bütün okullar Bakanlığın gözetiminde bulunduğundan, Reşid Galip yaptırdığı araştırma sonucunda telgraf işinde Hüseyin Nihal’in elebaşı olduğunu öğrenir.Reşit Galib’in Bakan olmasından sonra, Köprülü Edebiyat Fakültesi’nin Dekanlığından ayrılır ve yerine Ali Muzaffer Bey tayin edilir.Bu arada Atsız, “Atsız Mecmua”nın 25 Eylül 1932 tarihli 17.sayısında, “Darülfünunun Kara,Daha doğru bir tabirle,Yüz kızartacak Lisetesi” başlıklı bir makale yayınlar.

Makalede, Üniversitedeki hocaların doğru dürüst bir kitap dahi yazmadıklarını, hele yedi yıllık hocası olan Ali Muzaffer Bey’in eserlerinin adedinin ise sıfır olduğunu yazar.Bunun üzerine Reşid Galip, tarih kongresine çekilen telgrafın öcünü, bu makaleyi de bahane ettirerek, yeni Dekan Ali Muzaffer Bey marifetiyle 13 Mart 1933 tarihinde asistanlıktan çıkarılır.Köprülü, Atsız’ın asistanlıktan çıkarılmasına ses çıkarmaz.


EDİRNE ÖĞRETMENLİĞİ VE SORUNLARIN BÜYÜMESİ


11 Eylül 1933 günü Edirne’de öğretmenliğe başlar.Asıl problemler bu dönemden sonra baş göstermeye başlar.11. Sınıftaki öğrenciler,o güne kadar anlatılan tarih ve edebiyat derslerinden farklı açıklamalar duyarlar.Bunun üzerine öğrenciler, o güne kadar anlatılan tarih derslerinden bir şey anlamadıklarını ve destanların ilk defa böyle anlatıldığını dolayısıyla sınavlara girerken nasıl çalışacaklarını sorarlar.Atsız sınıfta kendi tarih görüşünü anlatarak şu açıklamayı yapar:

“Elinizdeki kitaplar,Tarih Cemiyeti’ninyazdığı kitaplardır.Ayrı ayrı kişilerden çıkmıştır.Kabile-devlet görüşü ile yazılmıştır.Türkleri 40 yerde 40 devlet kurmuş ve hiç birini yaşatamamış gibi gayet sakıncalı bir sonuca ulaştırmaktadır.Çektiğiniz güçlük bundandır.Gerçekte Türk tarihi bir bütündür ve bu bütünlük içinde ele alınmalıdır.Sülale-toprak-devlet esastır.Aynı topraklar üzerinde muhtelif zamanlarda hâkim olmuş sülaleleri ayrı birer devletmiş gibi saymak da yanlıştır.Bu bütünlük, Hunlar,Göktürkler zamanında da vardı.İslamiyet sonra Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Çengizoğulları ve Temür dönemlerinde de böyleydi.Hatta Osmanlıların fetret devrinde, Semerkant’taki Temürlü hükümdarından Edirne’deki II.Murad’a buyruk gelirdi.Tarihte birkaç defa gerçekleşmiş bir bütünlüğün bundan sonra da gerçekleşmemesi için bir sebep yoktur.”

Öğrenciler, o yıllarda çok güçlü olan Sovyet Rusya’ya rağmen bu bütünlüğün nasıl olacağını soraralar.Atsız şöyle cevap verir:

“Bunu kendi gücümüzle olmasa bile, gelecekte dünyanın siyasî durumu mümkün kılacaktır.Buna muhtaç olacaktır.Şimdi Türk Tarihini ben okutuyorum.Alacağınız notlar sınıf geçmenize esas olacaktır.Tarih Cemiyeti’nin kitapalrını rafa kaldırın.”

Atsız Dergi çıkartmaya karar verir öğretmenler ile toplanır.Atsız derginin isminin “Orhun” olması önerisini ortaya atar ve kabul edilir.İlk sayısı 5 Kasım 1933’te çıkar.İlk sayısında “Türk Tarihi Üzerine Toplamalar” adlı eserini tefrika etmeye başlar.Atsız, dergide Türk Tarih kurumu tarafından çıkarılan ve liselerde de ders kitabı olarak okutulan dört ciltlik tarih kitabındaki yanlışları eleştirir.Bu yazı ve derslerdeki tarih kitabında dair eleştirileri onun görevden alınmasına sebeb olur.Atsız şöyle anlatır :

“En eski Türk tarihi hakkında epey zamandır topladığım notları “Türk Tarihi Üzerinden Toplamalar” başlığı altında yayınlamağa başladım.Bunun önsözünde de o zaman liselerde okutulan mahut dört ciltlik tarihi tenkit ettim.Bu da ikinci bomba oldu.Doğrusunu isterseniz ben edebiyat değil,atom fiziği veya kimya tahsil etmeliymişim.


BAKANLIK EMRİNE ALINMASI

Atsız 1933 yılının Aralık aynın son günlerinde birkaç gün izin alıp İstanbul’a gelir.Arkasından görevden alıma emri gelir.Orhun Dergisinde dört ciltlik tarih kitabını eleştirmesinden dolayı 27 Aralık 1933 tarihli bir telgraf ile Bakanlık emrine alınır.Özlük işleri,Atsız’ın hareketi hakkında ceza getirecek bir hüküm bulunmamakla beraber, “inkılâbın millî kültür ilkelerine aykırı” olduğu için öğretmenlik yapamayacağını bildirir.Bu açıklamaya göre,muhtemelen Atsız,Edirne’de iken ayrıca ihbar edilir.Yani derste anlattıkları ve dergide yazdıkları öğretmenliğe aykırı bulunur.Bakanlık emrinde dokuz ay kaldıktan sonra maddi bakımdan sıkıntılı günler geçirir.Maaşı dörtte bire düşer,bu da on liradır.Orhun’dan birkaç lira kâr gelir.Dokuz ay bakanlık emrinde kalan Atsız, Kasımpaşa’daki Deniz Gedikli Hazırlama Okulu’na Türkçe öğretmeni olarak tayin olmuştur.(9 Eylül 1934) Atsız’ın Deniz Gedikli Hazırlama Okulu’ndaki görevi de ancak dört yıl sürmüştür. Atsız, 30 Haziran 1938’de bu okuldaki görevinden ihraç edilmiştir. İhraç edilme sebebi, azınlık meselesi yüzündendir. O dönemde, Deniz Gedikli Hazırlama Okulu’nun yönetmeliğine göre, Türk olmayanlar okula alınamamaktadır. Yeni öğrencileri imtihan eden komisyonda yer alan Atsız, sorduğu sorularla adaylardan Türk asıllı olmayanları tespit etmekte ve öğrenci olarak okula alınmayan bu adaylar yüzünden de etrafındaki düşmanlarını çoğaltmaktadır. Arnavut asıllı olduğu iddia edilen müdür, komisyondan Atsız’ı çıkarmış ve bu hadise üzerine Arnavut asıllı müdüre selam vermeyerek disiplin suçu işleyen Atsız, müdürün Milli Savunma Bakanlığı’na yazdığı bir yazı yüzünden okuldaki vazifesinden ihraç edilmek durumunda kalmıştır


SABAHATTİN ALİ VE ATSIZ BEĞ


Sabahattin Ali ve Atsız 20’li ve 30’lu yıllarda arkadaştır Sabahattin Ali’de eskiden Türkçü idi ama sonradan Nazım Hikmet ile tanışmasından sonra fikirleri yavaş yavaş değişmeye başlamıştır.

Atsız 1933 yılında Sebahattin Ali’ye Konya’da iken gönderdiği tarihsiz mektubunun bir kısmında şöyle der :

“Oğlum Sabahattin, yine deliğe girmene canım sıkıldı. Sen deliğe girdiğin için değil, yine bu budalaca işi tekrar ettiğin için. Ben seni zeki bir insan tanırım.

Budalaca hareketleri sana yakıştıramam. Hele senin gibi bir dahi Nazım Hikmet gibi bir iki satılık herife inanıp da kendi memleketinin aleyhine neticelere verebilecek fikirlere iştirakini senin zekânla kabil-i telif bulmam.

Sen bir zamanlar adamakıllı milliyetperverdin. Birkaç salak senin fikrini nasıl çeldi de şu zıkkıma meylettin (daha doğrusu meyleder göründün) anlamıyorum. Senin hiçbir zaman komünist olamayacağını biliyorum. Fakat biraz üzerine iradeni takın! Tam serserilikten vazgeçip, ananı ve kardeşini yanına aldığın ve hele tam Kürşad’ı bitirdiğin bir zamanda bu darbe hiç hoşuma gitmedi. Bir kere sen asker oğlusun. Veraset dolayısıyla sende elbette bir şeycikler vardır. Sana hiçbir zaman benim gibi şoven nasyonalist, faşist militarist ol demem. Fakat artık çocukça hareketlerden de vazgeçmeni tavsiye edebilirim…

Yıllar geçer Sabahattin Ali iyice komünist olmuştur.1940’lı yıllarda kalem kavgaları Atsız’ın yakasını bırakmaz.Önce Sabahttin Ali’ye cevap vermesi gerekmiştir.1940 yılında yayımladığı “İçimizdeki Şeytan” romanında Atsız’ı,Mükrimin Halil ve Zeki Velidî Togan gibi Türkçüleri tezyif etmişti.Aynı yıl Atsız’da Aylı Kurt Yayınları arasında İçimizdeki Şeytanlar adlı küçük bir kitapçık yayımlıyor.Sabahattin Ali’nin aşağılık duygusu içinde bir Komünist olduğu için romanında Türkçüleri küçük düşürmeye çalıştığını ortaya koydu şu satırları ona olan kinini gösterir :

Haddini bilmezsen durumun bir hastanın durumu olmaktan çıkar. O zaman da bizimle her şekilde çarpışmayı göze almalısın. Biz Türkçülerle siz komünistlerin, fikir sahasında anlaşmamıza imkan olmadığı için, toplu bir halde, yumruklarımızın hakkını vererek çarpışmamız pek hoş olurdu. Çünkü fikirlerin halledemediği davaları kan halleder. Gerçi komünistler bu yiğitliği gösteremez. Fakat benim sana gayet samimi ve erkekçe bir teklifim var: Sen yedek subay olduğun için süngü kullanmasını bilmen icap eder. Bu davayı kökünden halledebilmek için benimle, şehirlerden çok uzak bir yerde süngü ve kılıçla bir ölüm-dirim çarpışmasını göze alacak kadar yüreğin var mı? Biz birbirimize ölüme kadar düşmanlık güdecek olan iki zümreyiz. Fikir savaşından bir sonuç çıkmadığını biliyorsun. Herhalde senin de istediğin “bir şeyler” yapmalıyız. Türk gençliğini roman ve hikaye ile zehirlemekte devam etmene engel olmak için sana bu teklifi yapıyorum. Fikir sahasında bizimle boy ölçüşemezsiniz. Fakat gizlice bazı kimseleri kandırabilirsiniz. Bunun da önüne geçmek için sana en şerefli iki silahtan biriyle, ikimizden biri ortadan kalkıncaya kadar, vuruşmayı teklif ediyorum. Bilmem ki bu şerefi de tepecek misin?..

Nihâl Atsız

19 Temmuz 1940

Atatürk döneminde ki milliyetçi faaliyetler yok edilerek yavaş yavaş komünistler devlet dairelerine sokulmaya başlanmıştır.Stalin’e yaranmak için için sürekli komünistler devlet dairelerine dolduruluyordu.Atsız ise bu komünist faaliyetlere dikkat çekmek için kendisini Türkçüyüm diye tanımlayan Başbakan Şükrü Saraçoğluna 1 Mart 1944’de birinci Açık mektubunu yazar.Atsız birinci Açık mektubundan sonra ikinci Açık mektubunu yazar.İkinci açık mektubunda ise kadrolara yerleşmiş bazı komünistlerin isimlerini vererek doğrudan hedef gösterek ihbar eder bu kişiler şunlardır :

Sabahattin Ali ve Pertev Naili Boratav’ın yanında Sadrettin Celal ile Ahmed

Cevat Emre’nin isimlerin doğrudan hedef göstermiş ve de dönemin Maarif Vekili olan Hasan Ali Yücel’i istifaya çağırmıştır. Bütün bu gelişmeler karşısında hükümetin tepkisi, Maarif Vekâleti’nce 4 Nisan 1944 tarihinde Hasan Ali Yücel tarafından yayınlanan genelge ile Atsız’ın Özel Boğaziçi Lisesi’ndeki görevine son verilmesi ve Bakanlar Kurulu kararı ile Orhun dergisinin kapatılmasıyla sonuçlanmıştır. Ayrıca Hasan Ali Yücel bunun ile de kalmaz yakın arkadaşlarından olan Falih Rıfkı Atay’a giderek görüşür ve Sabahattin Ali’nin Atsız’a dava açmasını planlarlar.Bunun için Sabahattin Ali’yi tahrik ve teşvik ederler.Falih Rıfkı Atay’ın başyazarı olduğu Ulus gazetesinin Hukuk Müşaviri olan avukat da Sabahattin Ali’nin avukatı olur. Sabahattin Ali, kendisine “vatan hainliği” iftirası atıldığını iddia ederek Atsız hakkında hakaret davası açmıştır bunun üzerine Atsız hakkında Ankara 3.Asliye Ceza

Mahkemesi’nde “yayın yoluyla hakaret” davası açılır.İlk duruşmanın 26 Nisan 1944 günü yapılacağı bildirilir.25 Nisan günü Atsız Ankara’ya varır onu 40-50 kişilik Türkçü gençler karşılar.İlk duruşma 26 Nisan Çarşamba günü yapılır.27 Nisan tarihli Cumhuriyet’in haberine göre, “ekseriyeti Ankara’daki yüksek tahsil gençliği teşkil eden kesif kalabalık dolayısı ile salonda kıpırdayacak yer kalmadığı gibi koridorlar ve adliye binasının önü hıncahınç dolmuştur”.Kalabalık ve izdihamdan dolayı hâkim,sabah 10’da başlaması gereken duruşmayı başlatmaz ve salonu boşaltır.Dinleyiciler salona alınıp kapılar kilitlenerek duruşma yeniden başlatıldığı zaman büyük bir kalabalık dışarıda kalmıştır.Polisle tartışmalar,itişip kakışmalar, “biz de gireceğiz,salonu açın!” gibi bağrışmalar ararsında “kapı çatırdayarak ve kilitleri sökülerek ardına kadar” açılmış ve davayı izlemek isteyen gençler salona dolmuştur.Davacı Sabahattin Ali ise burada pencereden kaçmıştır.Asıl olaylar 3 Mayıs 1944 Çarşamba günü zuhur eder.Ankara Adliyesinin önü binlerce genç tarafından doldurulmuş çoğu lise ve bilhassa yüksek tahsil talebesi.Mahkeme salonu yine tıklım tıklım.Üstelik içeri giremeyenler de büyük bir kalabalık oluşturmuş,caddelere taşmış.Kalabalıktan bazıları Sabahattin Ali’nin kitaplarını yakıyor.Atsız mahkeme salonunda güçlükle giriyor.İçeride duruşma sürerken, salona giremedikleri için duruşmayı izleyemeyen birkaç bin kişilik bir grup “kahrolsun komünistler” , “Yaşasın İnönü” diye bağırarak ve Milli marşlar söyleyerek Ulus Meydanı’na akıyor.Heyecanlı konuşmalar yapan gençler var.Motosikletli polisler göstericileri dağıtmak için motosikletleri ile aralarına dalar gerisini Alparslan Türkeş şöyle anlatır :

“3 Mayıs günü sokağa fırlayan gençler kıyasıya dövüldüler.Kafaları yarıldı,gözleri patladı, bazılarının kolları, kaburgaları kırıldı” demiştir.

Asıl önemli macera bundan sonra başlar...

Yakalanan gençleri polis gözaltına alıp Emniyet’e götürür.İnönü yönetimi bu gösterilerden büyük bir endişeye kapılmış ve bunu bir hükümet darbesi teşebbüsü olarak değerlendirmiştir.Belli başlı gazetelerin tanınmış yazıları, Türkçüler ve 3 Mayıs gösterileri aleyhinde şiddetli yazılar kaleme alırlar.Özellikle Falih Rıfkı Atay’ın 7,8,9 Mayıs tarihlerinde Ulus gazetesinde arka arkaya yazdığı yazılar,Türçülere karşı hükümetin harekete geçmesinde önemli rol oynamıştır.Dava 9 Mayıs’a ertelenir.Üçüncü duruşma bu hava içinde yapılıyor.9 Mayıs Salı günü Atsız’ın savunması edebî şaheserdir. Atsız’ın savunmasını buraya koymayacağım yazının hacmini büyütmemek için şuradan öğrenebilirsiniz : Ötüken, XI/125 (Mayıs 1974), s.7-8

07 Mayıs’ta Atsız’ın Maltepe’deki evi İstanbul emniyet mensupları tarafından aranmış; 14 resim, 108 mektup, 14 evrak ve 7 deftere el konulmuştur. 9

Mayıs’ta da Nejdet Sançar’ın Balıkesir’deki evi aranmış ve birçok evrakına el konulmuştur.Aynı şekilde Reha Oğuz, Zeki Velidî (12 Mayıs), Hasan Ferit Cansever ile onlara yakın kimselerin evlerinde de aramalar yapılır. Onlarla yakınlığı olanlar, Türkçülük ülküsü için birlikte çalışanlar birer birer tutuklanır.

18 Mayıs’ta Anadolu Ajansı tarafından yayımlanan hükümet bildirisine göre

tutuklananların suçları şunlardır (Cumhuriyet gazetesi, 18 Mayıs 1944):

1. Anayasada tespit edilen esaslara aykırı olarak ırkçılık ve Turancılık gayeleri gütmek, 2. Bu yolda faaliyetler yürütmek, tertibat almak ve anlaşmalar imzalamak, 3. Anayasayla belirlenmiş rejime ve vatandaşların “hakiki milliyetçilik hisleri”ne aykırı umdeler, 4. Bu umdelere varmak için gizli cemiyet kurmak, faaliyet programları hazırlamak, teşkilatlar kurmak, propaganda organları çıkarmak, aralarındaki haberleşmeler için şifreler ve parolalar kullanmak, 5. Gençlerin temiz milliyetçilik ve vatanseverlik duygularını istismar ederek genç nesil arasında kendilerine taraftar toplamak, 6. Bu suretle hedeflerine ulaşmak için devamlı ve sistemli bir faaliyet sarf etmek ve memlekete zararlı ideolojilerini tahakkuk ettirmek yolunda çalışmak.

Şeyh Sait isyanının bastırılması konusunda, dönemin Başvekili İsmet İnönü, 27 Nisan 1925 tarihinde Vakit Gazetesi’ne şu beyanatı vermiştir :

“Milliyet tek birleştiricimizdir.Diğer unsurlar, Türk çoğunluğu karşısında etkileme gücüne sahip değildir.Vazifemiz, Türk vatanı içinde bulunları derhal Türk yapmaktır.Türklere ve Türkçülüğe muhalefet edecek unsurları kesip atacağız.Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız nitelikler, her şeyden evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır.”

Zamanında bunları söyleyen İnönü 360 derece dönmüştür.

Ertesi gün 19 Mayıs nutkunda İnönü Türkçüler için çok ağır eleştiriler yapmaktadır kısaca bu eleştirileri şöyle sıralayabiliriz : 1- Türkçüleri Fesatlık yapmak ile suçlar

2-Cumhuriyet aleyhinde tertipler yapmak ile suçlar

3- Yabancılara hizmet edip, bu vatana zarar verdiğini ve millete hiçbir hizmeti yapmayacaklar ile suçlar

Ankara’da tutuklananlar, İsmet İnönü’nün nutkunun ertesi günü, 20 Mayıs 1944’de trenle İstanbul’a nakledilirler.Bu nakil sırasında gençliğin miting yapmasından çekinen hükümet, tutukluları Ankara garından göndermez.Sabah erken saatlerde kimseye belli etmeden ve bilgi vermeden, Emniyetteki yerlerinden alınıp, Etimesgut tren istasyonundan trene bindirdiler.Tren

İstanbul’a yaklaşınca, Pendik’te durur.Yine miting ve olay olmaması için Pendik’ten otomobillerle arabalı vapura bindirilerek İstanbul’a götürülürler.Sonrası malum o işkenceler dönemi başlar Atsız’ın ve ailesinin yaşadakıları kısa bilgiler verip geçeceğim.

Atsız,bodrum kattaki mezarlık hücreye konulmuş,içinden lağım geçen bu rutubetli ve havasız yerde bir hafta tutulmutur nefes almak bile zordur.Yemek vermezler sadece çay verirler ona da şekeri doldurular açlıktan ölmesin diye sonra tekrar hücresine çıkartılmıştır.Nejdet Sançar Atsız’ın o günlerini şöyle

anlatır :

“İstanbul Emniyet Müdürlüğü binası olan Sansaryan hanının yer altı katında da hücreler vardı.Bunda zaman zaman borulardan sızan lağım çirkefleri hücreler vardı.Burada, zaman zaman borulardan sızan lağım çirkefleri hücrenin içine dolarlardı.Ve lağım kokusuna, birkaç saatlik görevleri sırasında nöbetçi polisler bile dayanamazlardı.Bu yer altı nezarethanesinin koridoru çok dardı.Bir hücrenin kapısı açıldığı zaman karşıki hücreye değerdi.Alafranga helânın suyu yoktu.Hergün büyük bir teneke su getirilir,yarısı bir günlük pisliği gidermek için helâya dökülürdü.Helâdan arta kalan da su küpüne konurdu.Yer altı nezarethanesinin misafirleri! bu küpten hem su içerler, hem de ellerini yıkarlardı.Bu nezarethanede birçok vatandaş suçlarını itiraf ettirmek üzere günlerce tutulurlardı.Türk milliyetçilerinden bu yer altı hücrelerinde misafir! edilen tek kişi Atsız’dır. Atsız, sekiz hücrelik bu yer altı nezarethanesine 12 Temmuz 1944 günü getirildi ve helanın yanındaki 33 numaralı hücreye kapatıldı . Bu hücrede karyola yerine, musalla taşı gibi bir mermer vardı.Bu musalla taşının üstüne, Birinci Şube'deki eski hücresinden getirdikleri şilteyi koydular. Hücrenin içinden geçen lağım borusu, 14 Temmuz günü iyice sızmaya başladı. Çirkef yavaş yavaş zemini kapladı. Bu yetmiyormuş gibi, 3 numaralı hücrenin yanında bulunan nezarethane helasından sızan çirkef suları da eğri zeminden kayarak kapının altından hücreye dolmaya başladılar. Bu feci durum üç gün devam etti. Üçüncü gün nabzı yüz kırka yükselen Atsız, doktor istedi. Üç polis ile gelen bir kadın doktor işi vilkamfre ile halledip gitti. Nezarethanenin rutubeti müthişti. Atsız, bunu daha ilk gün fark ettiği için, ceketini ve pantolonunu çıkarmadan yatıyordu. Duvarda bulunan iri bir çiviye astığı yeleği ile şapkasını 18 Temmuz günü merakla eline aldığı zaman, yeleğinin sırılsıklam olduğunu, şapkanın içinin de küf tuttuğunu dehşetle gördü.Atsız, diğer hücrelerde bulunup ağlaşan ve sigara isteyen köylülere dağıtmak için polislerden birine para vererek sigara ve kibrit aldırmıştı. Polisin sigaraları dağıttıktan sonra Atsız'a verdiği kibrit, bir süre sonra rutubetten yanmaz hale gelmişti. Bir tanıdığı, nerede ve hangi şartlar altında bulunduğunu bilmediği Atsız'a bir kutu badem ezmesi yollamıştı. Kutu iki gün başucunda durduktan sonra, Atsız, badem ezmelerini sızlanıp duran köylülere dağıtmak istedi. Fakat kutuyu açınca badem ezmelerinin yemyeşil küf tutmuş olduklarını gördü. 18 Temmuz günü Atsız'ın nabzı tekrar yükseldi. Bir kere daha doktor istedi, gelenlere lağım çirkeflerini, yeleğini ve şapkasını gösterdikten sonra, sadece “Burada yaşanır mı?” dedi. Ve ertesi gün , Birinci Şube nezarethanesindeki eski hücresi olan 12 numaraya çıkarıldı. Atsız yer altı nezarethanesindeki bu bir haftalık misafirliği! sırasında, sabahları sadece bir bardak çay içmiş, iki kere de birer kap öğle yemeği yemiştir. Sapsarı bir benizle ve Sanasaryan Hanının yüz basamaklı merdivenlerini güç halde çıkarak eski odasına geldikten sonra da hemen ifadesi alınmaya başlanmıştır. Bu, 1944'te bütün milliyetçilere uygulanan bir usuldü. Sanıklar manen ve maddeten çökertildikten sonra ifade vermek zorunda bırakılırlardı."

Diğer çektiği sıkıntılara girmek istemiyorum bu kadarını yeterli görüyorum neler yaşadığını anlamanız için.

Bir Numaralı Sıkı Yönetim Mahkemesi’ndeki davada tam 65 oturum yapılmış ve 29 Mart 1945’te karar açıklanmıştır.Tutuklulardan 10’u çeşitli cezalara çarptırılmış, diğerleri beraat ettirilmiştir.Atsız Beğ şu cezayı almıştır :

6 yıl 6 ay 15 gün ağır hapis, 3 yıl Adana’da ikamet ve umumi nezaret altında tutulma,ceza süresi boyunca kanuni kısıtlılık,kamu hizmetlerinden müebbeden mahrum olma.


DAVA BİTTİKTEN SONRA Kİ DURUMU



Neredeyse 1,5 yıl süren tutukluluk bu kararla sona erdi.Atsız şimdi serbest,fakat yine işsizdi.Nedriye Atsız, Cuma günleri Nişantaşı’ndaki British High Schhol’da tarih dersi veriyor ve ayda 30 lira kazanıyordu.Üç nüfus, işte bu parayla geçinmek zorundaydılar.30 lira tabiî ki yetmiyor,babadan kalma halılar,başka eşyalar ve bir kısım kitaplar yok pahasına satılıyordu.Atsız’ın o dönemde ruhi durumu hakkında Yağmur Atsız’ın yazdıkları da ilgi çekicidir:

“Atsız tahliye edildikden sonra,anlaşılabilir sebeblerden ötürü çok asabîydi.Zâten muhâkeme de devâm ediyordu.Normal olarak ne içkiye ne sigara pek bir düşkünlüğü olmuştur.Fakat o aylar sürekli hem rakı hem sigara

içerdi.”

Sigara içen insanları “emzikliler” diye tanımlayan Atsız sigaraya başlamıştı o onun ruhi çöküntüsünün çok güzel örneklerindendir.

O günlerdeki ruhi durumunu, Arif Türkdoğan’a yazdığı bir mektuptan daha iyi öğreniyoruz :

“Mektubunuza bir ay geç cevap verdiğim için özür dilerim.Derin bir uyuşukluk içindeyim.1,5-2 aydan beri de işsiz olduğum için herhâlde okumaya ve yazmaya karşı duyduğum derin isteksizlik yüzünden birçok mektuplara cevap veremedim.”

Bir müddet arkadaşı Tahsin Demiray’ın Türkiye Neşriyatında çalışan ve en önemli eserlerinden biri olan “Bozkurtlar” eserini çıkartmıştır.Bu müddet zarfında yaptığı faaliyetlere çok değinmeyeceğim.1948 sonlarında Atsız Yeni Sabah gazetesinde yazılar da yazmıştır.3 Ocak 1949’da İsmail Yılanoğlu’na yazdığı mektupta şöyle diyor :

Haftada bir yazı koyuyor ve makale başına 15 lira veriyorlar.Görüyorsun,kazancım yolunda.20 lira verecekleri hakkındaki sözlerini tutsalardı,büsbütün zengin olacaktım ve parayı koyacak yer bulamayacaktım.Gazeteci olmak hoşuma gitmiyor ama ne yapalım, felek

utansın.”

Ancak burada işi fazla sürmemiş 6 ay gibi bir süre sonra ayrılmıştır.Atsız’ın

Millî Eğitim Bakanlığı’nda tekrar görev verilmesi 1949 yılındadır.Tahsin Banguoğlu Millî Eğitim Bakanı olmuştur.Atsız’ın üniversiteden sınıf arkadaşıdır.Dört yıldan beri öğretmenlikten uzak olduğunu öğrenince bürokratlarına bir tayin emri hazırlatır ve emri imzalar böylece 25 Temmuz

1949 tarihinde Davutpaşa Ortaokul Türkçe öğretmenliğine tayin edilir.


 

- Batuhan Nihal Atsız

Comments


©2019 by Müverrih Mecmua. Proudly created with Wix.com

bottom of page